Her neferin en yüksek mevkie çıkması mümkün olan bu Türk Devleti, Arapça
kaynaklarda daima Türkiye Devleti (=ed-Devletü't-Türkiyye) olarak
zikredilmektedir. Memlük Devleti teşkilâtında en kabiliyetli gençlerin
sivrilmeleri, idare tarzının esasını teşkil ettiği cihetle, ancak
fevkalâde hasletlere sâhip kimseler işbaşına geçebilirdi. Bu yüzden
akranları arasında en mümtaz olanlardan seçildikleri gibi, gayet itinalı
bir askerî terbiyeye tâbi tutulmak suretiyle yetişen emîrlerin, Bahriye
Memlükları'ndan ayrı olarak teşkil ettikleri gruplar sayesinde, devleti
merkezîleştirerek, teşkil ettikleri ordular, yakın-Doğu tarihinde mühim
bir rol oynamağa muvaffak olmuş, Mısır ise, her türlü tecavüzden masun
kalarak iktisaden ve fikren mütemadî bir surette inkişâf etmiştir.
Bununla
beraber, başlangıçta ufak iktâlara sahip olan onlar, yüzler
emirlerinin, hârici tehlikeler karşısında birleşmelerine rağmen,
birbirleri ile olan rekabetleri sebebiyle ayrı ayrı hususî Memlük
grupları teşkil etmeleri, kuvvetleri gittikçe azalan Bahriye
Memlükları'nın zararına oldu.
Bahriye Memlükleri'nin ilk sultanı olup
el-Melikü's-Sâlih'in Türk asıllı dul zevcesi Şeceretü'd-Dürr ile
evlenerek iş başına geçen Aybey et-Türkmânî (1250-1257), başlangıçta
Bahriye Memlükleri'nin muhâlefeti ile karşılaştı. Zira el-Melikü's-Sâlih
âilesine sâdık kalan bu grup, Aybey'in Atabey olarak kalacağını,
devletin başına da Eyyübiler'den bir melikin getirileceğini ümid ediyor
idi. Oğuz-Türkmen grubu ile Bahriye Memlükları arasında çıkan
anlaşmazlık dikkate şayandır. Aybey'in yeni bir Memlük Grubu
(=el-Muizzî) teşkil etmesinin, bu muhâlefeti arttırdığı söylenebilir.
Nitekim, karşı koyup şiddetle cezalandırılan Bahriyeliler'den bir kısmı,
Suriye'deki feodal Eyyübî meliklerinin yanına gittiği gibi, diğer bir
kısmı da Kerak, Dımaşk (Şam) ve Filistin'e yayılmış, yüz otuz Bahriyeli
de Anadolu Selçuklu Sultanına ilticâ etmiştir.
İşte bu
Bahriyeliler'den Dımaşk'a sığınanlar Eyyübîler'den el-Melikü's-Sâlih
İsmail (1202-1251)'i Atabey'e karşı teşvik etmişlerdi. Fakat
Oğuz-Türkmenlerin yardımını sağlayan Aybey, kendisine karşı harekete
geçen Eyyübî meliklerini Abbâse'de mağlup etmeğe muvaffak oldu. Fakat
çok geçmeden, Aybey'in Kıpçak veya Harezmli kölesi, Saltanat Nâibi
Kutuz, Muizzîler'le birlikte hareket ederek, Aybey'i bertaraf etti ve
Bahriyeliler'in Mısır'a gelmelerini sağladı.
Bu suretle Bağdad'ı alıp
Abbasî Hilâfetine son veren Moğollar'ın sebep oldukları siyasî buhran
sırasında Muizzî ve Sâlihîler'in gayretleriyle iş başına geçen Kutuz
(öl. 1260), Bahriyeliler'i kendi tarafına çektiği gibi, mühim bir mânevî
nüfüz kazanarak, Gürcü ve Ermeni süvarileri tarafından desteklenen
Moğollar'ı Ayn Câlüt'ta müthiş bir hezimete uğrattı (1260). Memlükler
gibi İslâm âlemi için Ayn Câlüt savaşının maddî ve manevî sonuçları
büyük oldu.
Moğollar'ın Suriye'den sonra Mısır' da elde ederek,
Franklar ile işbirliği yapmaları önlendiği gibi, yerli halkın
Memlükler'e karşı itimadı arttı; Mısır, Türkler sayesinde, İslâmiyetin
ve Moğollar önünden kaçan halkın yegâne melcei (sığınağı) hâline geldi.
Fakat, Kutuz'un da yeni bir Memlük grubu kurması aleyhine oldu. Kendi
soyundan Borlular'ın desteklerini sağlayan Baybars, Kutuz'u öldürüp (22
Ekim 1260) Bahriyeliler'in yeniden iş başına geçmelerini sağladı.
Kıpçak
boylarından Borç-oğlu veya Borlu boyuna mensup olup Ayn Câlüt'ta esas
rolü oynayan Baybars et-Türkî (1233-1277), ilk iş olarak, Kutuz'un
koymuş olduğu ağır vergileri kaldırdı; Bahriyeliler'e iktâlar verdi.
Ayrıca irsî reislerinin emir ve idaresi altında yaşayan Türkmen boy ve
uluslarını, küçük parçalara ayırarak, ayrı ayrı sahalara iskân etti
(1264).
Bütün geçitler, dar boğazlar Türkmenler (sonradan: Halep ve
Şam Türkmenleri) tarafından tutulduğu gibi, sahiller de diğer Türkmen
gruplarının (Lübnan'da: Kesrivan Türkmenleri) kontroluna geçti. Baybars,
el-Melikü's-Sâlih gibi Memlük Devletini merkezîleştirmeğe çalışarak,
idarî, askerî ve ticarî bakımdan büyük faydalar temin eden bir takım
tedbirler aldı; yeni bir teşkilât kurdu; kendi ismine nispetle ez-Zâhirî
adını alan ırkdaşlarından mürekkep yeni bir Memlük grubu meydana
getirdi.
Öte yandan Moğollar'ın istilâsında bulunan yerlerden gelmiş
Türkler, Memlük Sultanlığı'na ilticâ ederek, para ve zeâmet karşılığı
askerî grupları teşkil ettiler. Bu suretle belli-başlı iktâlara sahip
olmak suretiyle gitgide çoğalan Memlük grupları, çok geçmeden, kendi
beylerinin emrinde, devletin mukadderatına hâkim olmakta geçikmediler.
Baybars,
bilhassa, Hıristiyanlar ile Ayn Câlüt'un intikamını almak hevesinde
olan Moğollar'ın müşterek bir hareketlerini göz önünde tutmuş, kuzeyde
Küçük Ermenistan krallığı, sahillerdeki Franklar, Kıbrıs Krallığı,
nihayet tâkip ettiği sünnî siyaset yüzünden Suriye ve Mısır'daki
İsmâîlîler, Nuseyrîler gibi kuvvetli şiî unsurlarla savaşmak zorunda
kalmıştır.
Baybars'ın ölümü üzerine (1277), yerine oğlu Berke, sonra
da Sülemiş geçmiş ise de, bunları bertaraf eden Kıpçaklı Kalavun (öl.
1290), Moğollar ve Franklar'la savaşmış, Kastilya Kralı Alfons ve
Sicilyalı Jacob ile bir nevi tedâfüî ittifak yapmıştır. Ayrıca Şamamüm
emrindeki Nubyalılar ile de savaşan Kalavun, 1290'da Akkâ'yı fethe
hazırlanırken vefât etmiştir.
Kalavun ve halefleri 1382'ye kadar beş
nesil boyunca hüküm süren bir nevi saltanat-hânedânı kurmağa çalışmış ve
bunda da muvaffak olmuştur. Ancak hânedânını devam ettirmek gayesiyle,
el-Melikü's-Sâlih'i taklit ederek, Türk Memlük gruplarının varlığına
rağmen, ayrı cinsten olan Çerkesler'den yeni bir Memlük grubu teşkil
etmesi neticesinde, hânedânı bu Memlüklara istinad ettiği cihetle,
Karadeniz limanlarında kurulmuş olan büyük pazarlardan, Venedik ve
Ceneviz gemileri ile Mısır esir pazarlarına sevk edilen Çerkes
memlükları gittikçe çoğalarak zamanla Mısır'ın mukadderatını ellerine
geçirdiler.
Kalavun'un on iki bin Memlük arasında seçerek el-Mukaddem
dağından derin bir hendek ile ayrılmış olan Kal'atu'l-Cebel (=dağ
kalesi)'e yerleştirdiği üç bin yediyüz Âs ve Çerkes, kale burçlarına
nispetle Burcîye Memlükları (=el-Memâlîku'l-Burcîyye) adını aldı. Hemen
ilâve edelim ki, Çerkesler'in gittikçe çoğalıp diğer Memlüklar'a
üstünlük sağlamaları hususu, çok geçmeden Kalavun-oğulları'nın da dikkat
nazarlarını çekti.
Filvâki, hükümdarlar yeni Memlük grupları teşkil
ederek muvazene tesisine muvaffak olmuşlarsa da, gerek bu grupların,
gerekse yeni unsurlarla beslenmek suretiyle teşekkül eden Türkmen
gruplarının Çerkesler'le mücadelesi Berkuk'un zamanına kadar devam etti.
Büyük Türk hükümdarı el-Melîku'n-Nasır Mehemmed (1293-1341) üçüncü
saltanatında Çerkes Memlükların çoğalmaları meselesini ele aldı.
1315
senesinde tanzim ettirdiği Kadastro (Revku'n-Nâsırî)da mevcut on beş
vilâyetin Çerkesleri'ni tespit ettirerek, kimliklerini araştırdı;
sayılarını azalttı. Bunun üzerine Mısır ve Suriye'nin belli başlı önemli
noktalarını ellerine geçirmeğe muvaffak olan Şam ve Halep Türkmenleri,
Memlük ümerâsı arasında yeniden mühim bir mevki elde etmeğe başladılar.
Nitekim,
Mısır-Anadolu münasebetlerinin çok sıklaştığı bir devirde, Kosun,
Şeyhün, Altunbuğa, Aydoğmuş ve Mancak gibi Anadolulu emirler (=er-Rümî),
bu devir olaylarında önemli roller oynadıkları gibi, Türkçe de dinî ve
hukukî sahalarda büyük bir önem kazandı. Mısır'a gelen bu Türk ümerânın
teşkiline muvaffak oldukları Memlük grupları, umümiyetle, muhtelif Türk
boy ve oymaklarına mensup Türkmenler'den teşekkül ediyordu; bunların
Mısır'a gelmelerine de, el-Melîku'n-Nâsır Mehemmed'in Güney Anadolu
beylikleri, bilhassa Karaman-oğulları ile yakın teması sebep olmuş idi.
Öte
yandan el-Melîku'n-Nâsır'ın Deşt-i Kıpçak ile olan diplomatik
münasebetleri, Altunordu hükümdarları üzerinde Müslümanlık bakımından
mühim tesirler icrâ ettiğinden Kırimî, Sarâyî, Gülüstânî nisbelerini
kullanan bu mıntıka halkından bir kısmı, Mısır'a gelerek, Memlük
Sultanlığı'nın hizmetine girmişlerdir. Melîku'n-Nâsır'ın batı hakkındaki
bilgisi de gayet geniş idi. Nitekim, 1336'da Kahire'ye gelen Johannis
de Mandeville, el-Melîku'n-Nâsır'ı görüp onunla mülâkat etmiş ve bu
sultanın batı hakkındaki fikirlerini öğrenerek hayrete düşmüş idi.
Umümiyetle
Hanefi mezhebinde olup el-Melîku'n-Nâsır'a bağlı bulunan Suriye'nin
seçkin Nâibleri (=Vali), bu hükümdarın vefâtını müteâkip (1341),
oğullarının Memlük Sultanlığı tahtına çıkmalarında mühim roller
oynadılar, fakat Halep ve Şam Türkmenleri'ne istinad etmek suretiyle
1360'da Nâsır'ın oğlu Hasan'ı bertaraf eden Nâiblerden Yulbuga el-Umerî,
saltanat nâibi olarak, Memlük Sultanlığı'nın mukadderatına hâkim oldu;
Aybey, Kutuz ve Kalavun'u taklid ederek, satın aldığı kölelerden
Çerkesler'in ekseriyette bulunduğu yeni bir Memlük grubu (=Yulbugâviye)
teşkil etmekle mevkiini sağlamlaştırmak istedi. Bununla beraber,
Türkmenler'e mensup emirler, Kalavunoğulları'nı da elde etmek suretiyle,
bu yeni Memlük grubu ile mücadeleye giriştiler; bunlardan biri olan
Taybuga et-Tavil (uzun), bütün nüfuzu elinde toplayarak Yulbuga'yı
öldürttü (1367). Yulbugâviyeler Suriye'ye sürüldü.
Kahire'deki
malları müsadere edildi. Fakat, Memlük Sultanı Şâban'ın bir süre sonra,
Yulbugâviler'i Mısır'a çağırması, bunların yeniden çoğalarak
nüfüzlarının artmasına ve çok geçmeden kendi şefleri Berkuk'un etrafında
toplanmalarına sebep oldu.
İşte Yulbugâviyeler'in tabiî şeflerinden
biri olan Berkuk, efendisi Yulbuga'yı taklid etmek suretiyle, satın
aldığı kendi cinsi Çerkesler'den yeni bir Memlük grubu teşkil etmeğe
muvaffak oldu. Zâhirî Memlükları (=Memâlîkü'z-Zâhiriyye) ismini alan bu
Memlük grubu, gittikçe çoğalarak, Mısır'daki Çerkes ekseriyetinin
artmasına ve hâkimiyetin bunlara geçmesine sebep oldu.
Bu suretle
Çerkesleri iş başına getirmeye muvaffak olan Berkuk, kara yollarının
emniyetini ve ticâret kervanlarının sâlimen Mısır'a gelmelerini temin
ettiğinden el-Kârimî tüccârlarının da desteği ile 1382'de saltanata
geçti. fakat Mısır'ın mukadderatını ellerinde bulunduran Türk
emirleriyle çarpışmak zorunda kaldı. Yulbuga en-Nâsırî ve Mintaş gibi
Türk emirleri ile yaptığı savaşları kaybederek tahttan indi ise de, bu
iki Türk emirinin aralarında zuhur eden rekabet yüzünden, 1390'da
yeniden saltanata geçti.
Bununla beraber, Türk potası içinde eriyen
Berkuk, iyi bir diplomat olarak, Timur' karşı Bayezid, Kadı Burhaneddin
Ahmed ve Altun Ordu hükümdarı Toktamış Han ile anlaştı; Celâyirli
hükümdarı Sultan Ahmed'i müdafaa etti. 20 Haziran 1399'da vuku bulan
ölümü ile bütün bu ittifaklar dağıldı. XIV. yüzyıl Yakın-Doğu tarihinin
mühim simalarından biri olup siyasî ve iktisadî buhranların iş başına
getirdiği Berkuk, rakiplerinden Timur'un kuzeyde Toktamış, Bayezid'in
batıda Macarlar ve Haçlılarla meşgul olduğu bir sırada, dahilî
mücâdeleler ile yıpranan Memlük Sultanlığı'nı merkeziyetçi bir devlet
haline sokmuş, Osmanlılar tarafından da bazı hususları benimsenen Memlük
teşkilâtını bir kat daha kuvvetlendirmiştir. Fakat, Türk millî şuüruna
yabancı olmadığı anlaşılan Berkük'un bütün meziyetlerine rağmen, kendi
cinsi olan Çerkesler'i iş başına getirmek maksadıyla, Türk emirlerine
karşı giriştiği mücâdele, Memlük Sultanlığı'nın âtisi için faydalı
olmamış, Türk ve Çerkes rekabetinin doğurduğu ayrılık ise devleti
temelinden sarsmıştır.
Esasen, Türkler'e üstünlük temin etmiş görünen
Çerkesler, Memlük Sultanlığı'nı lâyıkı veçhile, temsil edememişler,
kendilerine yeni bir ufuk açmak gayretiyle Türkler'in teşkilâta müstenid
hayatiyetine son veren Berkük'un ölümü ile meydana çıkan yeni siyasî ve
iktisadî buhranlar karşısında da âciz kalmışlardır. Nitekim, yerine
geçen oğlu Ferec (öl. 1412) zamanında Osmanlılar, Güney Anadolu
şehirlerini zapta başladıkları gibi, Şam Timur'un eline düşmüştür.
Şam'da
öldürülen Ferec'den sonra memleket tamamen bir keşmekeş içinde
kalmıştır (1412). Ferec'den sonra tahta geçen el-Melîkü'l-müeyyed
(1412-1421) ve Tatar (1421) istisna edilecek olursa Memlük Sultanlarının
en büyüklerinden biri Baybars (1422-1438)'dır.
Baybars, bilhassa,
kendi hakkında propaganda yapan Cânî Bey es-Süfî ile uğraştı, 1424-26
seferleriyle Kıbrıs'ı zapt ettirerek, Kral Janus'u esir etti; yeni bir
ticaret politikası takip ederek, bâzı maddeleri inhisarı altına aldı;
fakat bu tedbirler, ticaretin sukutuna sebep olmuştur. Nitekim, bu
yüzden Mısır ve Suriye şehirleri âdeta boşaldı. 1438'de hastalıktan ölen
Baybars'dan sonra Memlük tahtına çıkan Çakmak (öl. 1453), Aynal
(1453-1461), Hoşkadem (1461-1467), Kayıtbay (1468-1495) nihayet Kansuh
el-Gürî (1501-1516), Osmanlılar'la rekabete girişmek, Dulkadır ve
Ramazan-oğulları'nı himâye etmek, Kıbrıs ve Akkoyunlular'la
münasebetlerde bulunmak suretiyle devirlerini tamamladılar.
Kansuh'un
Osmanlılar'la ilişkisi dostane olmuştur. Fakat İran'la savaşta bulunan
Yavuz Sultan Selim'e karşı Şiî Şah İsmail'i desteklemesi aleyhine oldu.
Merci Dâbık'da yapılan savaşta (24 Ağustos 1516) atından yere
yuvarlanarak öldü. Merci Dâbık savaşından sonra Mısır'a kaçabilen bir
kısım Memlük ümerâsının gayretiyle Tumanbay Memlük Sultanı ilân edilmiş
ise de (Kasım 1516), Ridaniye'de yapılan savaşı kaybetmiş, Memlük
ordugâhı Osmanlılar'ın eline geçmiştir (23 Ocak 1517). Tumanbay'ın ele
geçirilip Kahire'nin Züveyle kapısında asılmasıyla, iki yüz altmış yedi
senedir devam eden Memlük Sultanlığı sona ermiştir (13 Nisan 1517).
Yavuz
Sultan Selim Han, İstanbul'a avdetinden evvel Kahire'deki bazı hükümdar
oğulları ile Halife III. el-Mütevekkil ale'llâh Muhammed ve
akrabalarını, nüfüzlu âlim, şeyh ve beylerden bir kısmını, Mısır'ın
sayılı mimar, mühendis, tüccâr ve sanat erbâbından bir haylisini, deniz
yolu ile İstanbul'a göndermiştir. Bu arada, Memlük Sultanlığı'nın tarihe
ve teşkilâtına ait kitaplar da İstanbul'a sevkedilmiş, Kansuh
el-Gürî'nin oğlu Muhammed de payitahta gönderilmiştir.
Türkçe'nin
XIV. yüzyılda birdenbire büyük bir inkişâfa mazhar olarak Suriye ve
Mısır dahil bütün Orta-Doğu'ya yayıldığını, birçok müelliflerin, Arapça
ve Farsça'nın yerine geçen bu dille yazdıklarını ve eserlerini Türk
beylerine veya vâli ve hükümdarlara ithaf ettiklerini görüyoruz.
Bilhassa, Mısır ve Suriye'ye hâkim olan Memlüklu Sultanı
el-Melikü'z-Zâhir Seyfeddin Berkuk devrinde (1382-1399) Türkçe'nin
gittikçe önem kazanması, hattâ hukukî (=kazâ) meselelerin bile bu dille
konuşulması, çok dikkate şâyândır.
Nitekim, hukukî meselelerde Hanefî
kadılarla Türkçe konuşan Berkuk, birçok eserin bu dile tercüme
edilmesini emrettiği gibi, Memlüklu nâib (=vâli)leri de, kendi adlarına
Türkçe eser yazdırmışlar veya tercüme ettirmişlerdir. Kemal-oğlu İsmail,
1387'de ilk Ferah-Nâme'yi Trablus-Şam Nâibi Mîr Gâzî namına; Berke
Fakîh Kitâb İrşâdu'l-mülük ve's-selâtin adlı eserini, Memlük
Nâibleri'nden Seyfeddin Becmân, Manzüme'sini de Altubuga el-Çobânî
namına yazmıştır.
Öte yandan, Türkçe Yüz Hadîs'i yazan ed-Darîr,
Vâkıdî'nin Futühu'ş-Şam'ını 1393'de Halep Nâibi Çolpan namına tercüme
etmiş, Tolu Bey'in isteği üzerine de Ok atmak ilmi hakkında Türkçe bir
eser kaleme almıştır. Nihayet, Seyf Sarâyî de, Sa'dî'nin meşhur
Gülistan'ını Memlük emirinden biri namına Türkçe'ye tercüme ettiği gibi,
baş-hassekî Demür Bey namına Münyetü'l-guzât adında Türkçe bir eser
kaleme almış ve Kitâb baytaru'l-vâzıh Türkçeye tercüme edilmiştir.
1421'de Türkçe konuşulan Mısır'da fıkıh hakkında Türkçe bir kitap (Kitâb
fi'l-fıkıh bi-lisâni't-Turkî) yazılmıştır.
XV. ve XVI. yüzyıllarda
Türkçe, devletin resmî dili olarak mevcüdiyetini muhafaza etmiş, Kansuh
Gürî'ye kadar Memlük Sultanları namlarına Türkçe eserler tercüme
ettirdikleri gibi, bâzıları da, bizzat Türkçe eserler kaleme almış veya
Osmanlı tarzında şiir yazmışlardır. Baybars, Aynî (öl. 1451)'nin
Ikdu'l-Cumân adlı eserini Türkçe'ye çevirmişti. Hattâ Aynî, Arapça
eserini Türkçe olarak Baybars'a okurdu. Kansuh da, Malatya vâlisi iken
Osmanlı Türkçesi tarzında şiirler yazmış, II. Bayezid'e Türkçe mektuplar
göndermiştir. Onun zamanında İbrahim Gülşenî Mısır'a giderek, Türkçe
risâleler kaleme almıştır. Mısır ve Suriye'de konuşulan Türkçe son
zamanlara kadar devam etmiştir.
kaynaklarda daima Türkiye Devleti (=ed-Devletü't-Türkiyye) olarak
zikredilmektedir. Memlük Devleti teşkilâtında en kabiliyetli gençlerin
sivrilmeleri, idare tarzının esasını teşkil ettiği cihetle, ancak
fevkalâde hasletlere sâhip kimseler işbaşına geçebilirdi. Bu yüzden
akranları arasında en mümtaz olanlardan seçildikleri gibi, gayet itinalı
bir askerî terbiyeye tâbi tutulmak suretiyle yetişen emîrlerin, Bahriye
Memlükları'ndan ayrı olarak teşkil ettikleri gruplar sayesinde, devleti
merkezîleştirerek, teşkil ettikleri ordular, yakın-Doğu tarihinde mühim
bir rol oynamağa muvaffak olmuş, Mısır ise, her türlü tecavüzden masun
kalarak iktisaden ve fikren mütemadî bir surette inkişâf etmiştir.
Bununla
beraber, başlangıçta ufak iktâlara sahip olan onlar, yüzler
emirlerinin, hârici tehlikeler karşısında birleşmelerine rağmen,
birbirleri ile olan rekabetleri sebebiyle ayrı ayrı hususî Memlük
grupları teşkil etmeleri, kuvvetleri gittikçe azalan Bahriye
Memlükları'nın zararına oldu.
Bahriye Memlükleri'nin ilk sultanı olup
el-Melikü's-Sâlih'in Türk asıllı dul zevcesi Şeceretü'd-Dürr ile
evlenerek iş başına geçen Aybey et-Türkmânî (1250-1257), başlangıçta
Bahriye Memlükleri'nin muhâlefeti ile karşılaştı. Zira el-Melikü's-Sâlih
âilesine sâdık kalan bu grup, Aybey'in Atabey olarak kalacağını,
devletin başına da Eyyübiler'den bir melikin getirileceğini ümid ediyor
idi. Oğuz-Türkmen grubu ile Bahriye Memlükları arasında çıkan
anlaşmazlık dikkate şayandır. Aybey'in yeni bir Memlük Grubu
(=el-Muizzî) teşkil etmesinin, bu muhâlefeti arttırdığı söylenebilir.
Nitekim, karşı koyup şiddetle cezalandırılan Bahriyeliler'den bir kısmı,
Suriye'deki feodal Eyyübî meliklerinin yanına gittiği gibi, diğer bir
kısmı da Kerak, Dımaşk (Şam) ve Filistin'e yayılmış, yüz otuz Bahriyeli
de Anadolu Selçuklu Sultanına ilticâ etmiştir.
İşte bu
Bahriyeliler'den Dımaşk'a sığınanlar Eyyübîler'den el-Melikü's-Sâlih
İsmail (1202-1251)'i Atabey'e karşı teşvik etmişlerdi. Fakat
Oğuz-Türkmenlerin yardımını sağlayan Aybey, kendisine karşı harekete
geçen Eyyübî meliklerini Abbâse'de mağlup etmeğe muvaffak oldu. Fakat
çok geçmeden, Aybey'in Kıpçak veya Harezmli kölesi, Saltanat Nâibi
Kutuz, Muizzîler'le birlikte hareket ederek, Aybey'i bertaraf etti ve
Bahriyeliler'in Mısır'a gelmelerini sağladı.
Bu suretle Bağdad'ı alıp
Abbasî Hilâfetine son veren Moğollar'ın sebep oldukları siyasî buhran
sırasında Muizzî ve Sâlihîler'in gayretleriyle iş başına geçen Kutuz
(öl. 1260), Bahriyeliler'i kendi tarafına çektiği gibi, mühim bir mânevî
nüfüz kazanarak, Gürcü ve Ermeni süvarileri tarafından desteklenen
Moğollar'ı Ayn Câlüt'ta müthiş bir hezimete uğrattı (1260). Memlükler
gibi İslâm âlemi için Ayn Câlüt savaşının maddî ve manevî sonuçları
büyük oldu.
Moğollar'ın Suriye'den sonra Mısır' da elde ederek,
Franklar ile işbirliği yapmaları önlendiği gibi, yerli halkın
Memlükler'e karşı itimadı arttı; Mısır, Türkler sayesinde, İslâmiyetin
ve Moğollar önünden kaçan halkın yegâne melcei (sığınağı) hâline geldi.
Fakat, Kutuz'un da yeni bir Memlük grubu kurması aleyhine oldu. Kendi
soyundan Borlular'ın desteklerini sağlayan Baybars, Kutuz'u öldürüp (22
Ekim 1260) Bahriyeliler'in yeniden iş başına geçmelerini sağladı.
Kıpçak
boylarından Borç-oğlu veya Borlu boyuna mensup olup Ayn Câlüt'ta esas
rolü oynayan Baybars et-Türkî (1233-1277), ilk iş olarak, Kutuz'un
koymuş olduğu ağır vergileri kaldırdı; Bahriyeliler'e iktâlar verdi.
Ayrıca irsî reislerinin emir ve idaresi altında yaşayan Türkmen boy ve
uluslarını, küçük parçalara ayırarak, ayrı ayrı sahalara iskân etti
(1264).
Bütün geçitler, dar boğazlar Türkmenler (sonradan: Halep ve
Şam Türkmenleri) tarafından tutulduğu gibi, sahiller de diğer Türkmen
gruplarının (Lübnan'da: Kesrivan Türkmenleri) kontroluna geçti. Baybars,
el-Melikü's-Sâlih gibi Memlük Devletini merkezîleştirmeğe çalışarak,
idarî, askerî ve ticarî bakımdan büyük faydalar temin eden bir takım
tedbirler aldı; yeni bir teşkilât kurdu; kendi ismine nispetle ez-Zâhirî
adını alan ırkdaşlarından mürekkep yeni bir Memlük grubu meydana
getirdi.
Öte yandan Moğollar'ın istilâsında bulunan yerlerden gelmiş
Türkler, Memlük Sultanlığı'na ilticâ ederek, para ve zeâmet karşılığı
askerî grupları teşkil ettiler. Bu suretle belli-başlı iktâlara sahip
olmak suretiyle gitgide çoğalan Memlük grupları, çok geçmeden, kendi
beylerinin emrinde, devletin mukadderatına hâkim olmakta geçikmediler.
Baybars,
bilhassa, Hıristiyanlar ile Ayn Câlüt'un intikamını almak hevesinde
olan Moğollar'ın müşterek bir hareketlerini göz önünde tutmuş, kuzeyde
Küçük Ermenistan krallığı, sahillerdeki Franklar, Kıbrıs Krallığı,
nihayet tâkip ettiği sünnî siyaset yüzünden Suriye ve Mısır'daki
İsmâîlîler, Nuseyrîler gibi kuvvetli şiî unsurlarla savaşmak zorunda
kalmıştır.
Baybars'ın ölümü üzerine (1277), yerine oğlu Berke, sonra
da Sülemiş geçmiş ise de, bunları bertaraf eden Kıpçaklı Kalavun (öl.
1290), Moğollar ve Franklar'la savaşmış, Kastilya Kralı Alfons ve
Sicilyalı Jacob ile bir nevi tedâfüî ittifak yapmıştır. Ayrıca Şamamüm
emrindeki Nubyalılar ile de savaşan Kalavun, 1290'da Akkâ'yı fethe
hazırlanırken vefât etmiştir.
Kalavun ve halefleri 1382'ye kadar beş
nesil boyunca hüküm süren bir nevi saltanat-hânedânı kurmağa çalışmış ve
bunda da muvaffak olmuştur. Ancak hânedânını devam ettirmek gayesiyle,
el-Melikü's-Sâlih'i taklit ederek, Türk Memlük gruplarının varlığına
rağmen, ayrı cinsten olan Çerkesler'den yeni bir Memlük grubu teşkil
etmesi neticesinde, hânedânı bu Memlüklara istinad ettiği cihetle,
Karadeniz limanlarında kurulmuş olan büyük pazarlardan, Venedik ve
Ceneviz gemileri ile Mısır esir pazarlarına sevk edilen Çerkes
memlükları gittikçe çoğalarak zamanla Mısır'ın mukadderatını ellerine
geçirdiler.
Kalavun'un on iki bin Memlük arasında seçerek el-Mukaddem
dağından derin bir hendek ile ayrılmış olan Kal'atu'l-Cebel (=dağ
kalesi)'e yerleştirdiği üç bin yediyüz Âs ve Çerkes, kale burçlarına
nispetle Burcîye Memlükları (=el-Memâlîku'l-Burcîyye) adını aldı. Hemen
ilâve edelim ki, Çerkesler'in gittikçe çoğalıp diğer Memlüklar'a
üstünlük sağlamaları hususu, çok geçmeden Kalavun-oğulları'nın da dikkat
nazarlarını çekti.
Filvâki, hükümdarlar yeni Memlük grupları teşkil
ederek muvazene tesisine muvaffak olmuşlarsa da, gerek bu grupların,
gerekse yeni unsurlarla beslenmek suretiyle teşekkül eden Türkmen
gruplarının Çerkesler'le mücadelesi Berkuk'un zamanına kadar devam etti.
Büyük Türk hükümdarı el-Melîku'n-Nasır Mehemmed (1293-1341) üçüncü
saltanatında Çerkes Memlükların çoğalmaları meselesini ele aldı.
1315
senesinde tanzim ettirdiği Kadastro (Revku'n-Nâsırî)da mevcut on beş
vilâyetin Çerkesleri'ni tespit ettirerek, kimliklerini araştırdı;
sayılarını azalttı. Bunun üzerine Mısır ve Suriye'nin belli başlı önemli
noktalarını ellerine geçirmeğe muvaffak olan Şam ve Halep Türkmenleri,
Memlük ümerâsı arasında yeniden mühim bir mevki elde etmeğe başladılar.
Nitekim,
Mısır-Anadolu münasebetlerinin çok sıklaştığı bir devirde, Kosun,
Şeyhün, Altunbuğa, Aydoğmuş ve Mancak gibi Anadolulu emirler (=er-Rümî),
bu devir olaylarında önemli roller oynadıkları gibi, Türkçe de dinî ve
hukukî sahalarda büyük bir önem kazandı. Mısır'a gelen bu Türk ümerânın
teşkiline muvaffak oldukları Memlük grupları, umümiyetle, muhtelif Türk
boy ve oymaklarına mensup Türkmenler'den teşekkül ediyordu; bunların
Mısır'a gelmelerine de, el-Melîku'n-Nâsır Mehemmed'in Güney Anadolu
beylikleri, bilhassa Karaman-oğulları ile yakın teması sebep olmuş idi.
Öte
yandan el-Melîku'n-Nâsır'ın Deşt-i Kıpçak ile olan diplomatik
münasebetleri, Altunordu hükümdarları üzerinde Müslümanlık bakımından
mühim tesirler icrâ ettiğinden Kırimî, Sarâyî, Gülüstânî nisbelerini
kullanan bu mıntıka halkından bir kısmı, Mısır'a gelerek, Memlük
Sultanlığı'nın hizmetine girmişlerdir. Melîku'n-Nâsır'ın batı hakkındaki
bilgisi de gayet geniş idi. Nitekim, 1336'da Kahire'ye gelen Johannis
de Mandeville, el-Melîku'n-Nâsır'ı görüp onunla mülâkat etmiş ve bu
sultanın batı hakkındaki fikirlerini öğrenerek hayrete düşmüş idi.
Umümiyetle
Hanefi mezhebinde olup el-Melîku'n-Nâsır'a bağlı bulunan Suriye'nin
seçkin Nâibleri (=Vali), bu hükümdarın vefâtını müteâkip (1341),
oğullarının Memlük Sultanlığı tahtına çıkmalarında mühim roller
oynadılar, fakat Halep ve Şam Türkmenleri'ne istinad etmek suretiyle
1360'da Nâsır'ın oğlu Hasan'ı bertaraf eden Nâiblerden Yulbuga el-Umerî,
saltanat nâibi olarak, Memlük Sultanlığı'nın mukadderatına hâkim oldu;
Aybey, Kutuz ve Kalavun'u taklid ederek, satın aldığı kölelerden
Çerkesler'in ekseriyette bulunduğu yeni bir Memlük grubu (=Yulbugâviye)
teşkil etmekle mevkiini sağlamlaştırmak istedi. Bununla beraber,
Türkmenler'e mensup emirler, Kalavunoğulları'nı da elde etmek suretiyle,
bu yeni Memlük grubu ile mücadeleye giriştiler; bunlardan biri olan
Taybuga et-Tavil (uzun), bütün nüfuzu elinde toplayarak Yulbuga'yı
öldürttü (1367). Yulbugâviyeler Suriye'ye sürüldü.
Kahire'deki
malları müsadere edildi. Fakat, Memlük Sultanı Şâban'ın bir süre sonra,
Yulbugâviler'i Mısır'a çağırması, bunların yeniden çoğalarak
nüfüzlarının artmasına ve çok geçmeden kendi şefleri Berkuk'un etrafında
toplanmalarına sebep oldu.
İşte Yulbugâviyeler'in tabiî şeflerinden
biri olan Berkuk, efendisi Yulbuga'yı taklid etmek suretiyle, satın
aldığı kendi cinsi Çerkesler'den yeni bir Memlük grubu teşkil etmeğe
muvaffak oldu. Zâhirî Memlükları (=Memâlîkü'z-Zâhiriyye) ismini alan bu
Memlük grubu, gittikçe çoğalarak, Mısır'daki Çerkes ekseriyetinin
artmasına ve hâkimiyetin bunlara geçmesine sebep oldu.
Bu suretle
Çerkesleri iş başına getirmeye muvaffak olan Berkuk, kara yollarının
emniyetini ve ticâret kervanlarının sâlimen Mısır'a gelmelerini temin
ettiğinden el-Kârimî tüccârlarının da desteği ile 1382'de saltanata
geçti. fakat Mısır'ın mukadderatını ellerinde bulunduran Türk
emirleriyle çarpışmak zorunda kaldı. Yulbuga en-Nâsırî ve Mintaş gibi
Türk emirleri ile yaptığı savaşları kaybederek tahttan indi ise de, bu
iki Türk emirinin aralarında zuhur eden rekabet yüzünden, 1390'da
yeniden saltanata geçti.
Bununla beraber, Türk potası içinde eriyen
Berkuk, iyi bir diplomat olarak, Timur' karşı Bayezid, Kadı Burhaneddin
Ahmed ve Altun Ordu hükümdarı Toktamış Han ile anlaştı; Celâyirli
hükümdarı Sultan Ahmed'i müdafaa etti. 20 Haziran 1399'da vuku bulan
ölümü ile bütün bu ittifaklar dağıldı. XIV. yüzyıl Yakın-Doğu tarihinin
mühim simalarından biri olup siyasî ve iktisadî buhranların iş başına
getirdiği Berkuk, rakiplerinden Timur'un kuzeyde Toktamış, Bayezid'in
batıda Macarlar ve Haçlılarla meşgul olduğu bir sırada, dahilî
mücâdeleler ile yıpranan Memlük Sultanlığı'nı merkeziyetçi bir devlet
haline sokmuş, Osmanlılar tarafından da bazı hususları benimsenen Memlük
teşkilâtını bir kat daha kuvvetlendirmiştir. Fakat, Türk millî şuüruna
yabancı olmadığı anlaşılan Berkük'un bütün meziyetlerine rağmen, kendi
cinsi olan Çerkesler'i iş başına getirmek maksadıyla, Türk emirlerine
karşı giriştiği mücâdele, Memlük Sultanlığı'nın âtisi için faydalı
olmamış, Türk ve Çerkes rekabetinin doğurduğu ayrılık ise devleti
temelinden sarsmıştır.
Esasen, Türkler'e üstünlük temin etmiş görünen
Çerkesler, Memlük Sultanlığı'nı lâyıkı veçhile, temsil edememişler,
kendilerine yeni bir ufuk açmak gayretiyle Türkler'in teşkilâta müstenid
hayatiyetine son veren Berkük'un ölümü ile meydana çıkan yeni siyasî ve
iktisadî buhranlar karşısında da âciz kalmışlardır. Nitekim, yerine
geçen oğlu Ferec (öl. 1412) zamanında Osmanlılar, Güney Anadolu
şehirlerini zapta başladıkları gibi, Şam Timur'un eline düşmüştür.
Şam'da
öldürülen Ferec'den sonra memleket tamamen bir keşmekeş içinde
kalmıştır (1412). Ferec'den sonra tahta geçen el-Melîkü'l-müeyyed
(1412-1421) ve Tatar (1421) istisna edilecek olursa Memlük Sultanlarının
en büyüklerinden biri Baybars (1422-1438)'dır.
Baybars, bilhassa,
kendi hakkında propaganda yapan Cânî Bey es-Süfî ile uğraştı, 1424-26
seferleriyle Kıbrıs'ı zapt ettirerek, Kral Janus'u esir etti; yeni bir
ticaret politikası takip ederek, bâzı maddeleri inhisarı altına aldı;
fakat bu tedbirler, ticaretin sukutuna sebep olmuştur. Nitekim, bu
yüzden Mısır ve Suriye şehirleri âdeta boşaldı. 1438'de hastalıktan ölen
Baybars'dan sonra Memlük tahtına çıkan Çakmak (öl. 1453), Aynal
(1453-1461), Hoşkadem (1461-1467), Kayıtbay (1468-1495) nihayet Kansuh
el-Gürî (1501-1516), Osmanlılar'la rekabete girişmek, Dulkadır ve
Ramazan-oğulları'nı himâye etmek, Kıbrıs ve Akkoyunlular'la
münasebetlerde bulunmak suretiyle devirlerini tamamladılar.
Kansuh'un
Osmanlılar'la ilişkisi dostane olmuştur. Fakat İran'la savaşta bulunan
Yavuz Sultan Selim'e karşı Şiî Şah İsmail'i desteklemesi aleyhine oldu.
Merci Dâbık'da yapılan savaşta (24 Ağustos 1516) atından yere
yuvarlanarak öldü. Merci Dâbık savaşından sonra Mısır'a kaçabilen bir
kısım Memlük ümerâsının gayretiyle Tumanbay Memlük Sultanı ilân edilmiş
ise de (Kasım 1516), Ridaniye'de yapılan savaşı kaybetmiş, Memlük
ordugâhı Osmanlılar'ın eline geçmiştir (23 Ocak 1517). Tumanbay'ın ele
geçirilip Kahire'nin Züveyle kapısında asılmasıyla, iki yüz altmış yedi
senedir devam eden Memlük Sultanlığı sona ermiştir (13 Nisan 1517).
Yavuz
Sultan Selim Han, İstanbul'a avdetinden evvel Kahire'deki bazı hükümdar
oğulları ile Halife III. el-Mütevekkil ale'llâh Muhammed ve
akrabalarını, nüfüzlu âlim, şeyh ve beylerden bir kısmını, Mısır'ın
sayılı mimar, mühendis, tüccâr ve sanat erbâbından bir haylisini, deniz
yolu ile İstanbul'a göndermiştir. Bu arada, Memlük Sultanlığı'nın tarihe
ve teşkilâtına ait kitaplar da İstanbul'a sevkedilmiş, Kansuh
el-Gürî'nin oğlu Muhammed de payitahta gönderilmiştir.
Türkçe'nin
XIV. yüzyılda birdenbire büyük bir inkişâfa mazhar olarak Suriye ve
Mısır dahil bütün Orta-Doğu'ya yayıldığını, birçok müelliflerin, Arapça
ve Farsça'nın yerine geçen bu dille yazdıklarını ve eserlerini Türk
beylerine veya vâli ve hükümdarlara ithaf ettiklerini görüyoruz.
Bilhassa, Mısır ve Suriye'ye hâkim olan Memlüklu Sultanı
el-Melikü'z-Zâhir Seyfeddin Berkuk devrinde (1382-1399) Türkçe'nin
gittikçe önem kazanması, hattâ hukukî (=kazâ) meselelerin bile bu dille
konuşulması, çok dikkate şâyândır.
Nitekim, hukukî meselelerde Hanefî
kadılarla Türkçe konuşan Berkuk, birçok eserin bu dile tercüme
edilmesini emrettiği gibi, Memlüklu nâib (=vâli)leri de, kendi adlarına
Türkçe eser yazdırmışlar veya tercüme ettirmişlerdir. Kemal-oğlu İsmail,
1387'de ilk Ferah-Nâme'yi Trablus-Şam Nâibi Mîr Gâzî namına; Berke
Fakîh Kitâb İrşâdu'l-mülük ve's-selâtin adlı eserini, Memlük
Nâibleri'nden Seyfeddin Becmân, Manzüme'sini de Altubuga el-Çobânî
namına yazmıştır.
Öte yandan, Türkçe Yüz Hadîs'i yazan ed-Darîr,
Vâkıdî'nin Futühu'ş-Şam'ını 1393'de Halep Nâibi Çolpan namına tercüme
etmiş, Tolu Bey'in isteği üzerine de Ok atmak ilmi hakkında Türkçe bir
eser kaleme almıştır. Nihayet, Seyf Sarâyî de, Sa'dî'nin meşhur
Gülistan'ını Memlük emirinden biri namına Türkçe'ye tercüme ettiği gibi,
baş-hassekî Demür Bey namına Münyetü'l-guzât adında Türkçe bir eser
kaleme almış ve Kitâb baytaru'l-vâzıh Türkçeye tercüme edilmiştir.
1421'de Türkçe konuşulan Mısır'da fıkıh hakkında Türkçe bir kitap (Kitâb
fi'l-fıkıh bi-lisâni't-Turkî) yazılmıştır.
XV. ve XVI. yüzyıllarda
Türkçe, devletin resmî dili olarak mevcüdiyetini muhafaza etmiş, Kansuh
Gürî'ye kadar Memlük Sultanları namlarına Türkçe eserler tercüme
ettirdikleri gibi, bâzıları da, bizzat Türkçe eserler kaleme almış veya
Osmanlı tarzında şiir yazmışlardır. Baybars, Aynî (öl. 1451)'nin
Ikdu'l-Cumân adlı eserini Türkçe'ye çevirmişti. Hattâ Aynî, Arapça
eserini Türkçe olarak Baybars'a okurdu. Kansuh da, Malatya vâlisi iken
Osmanlı Türkçesi tarzında şiirler yazmış, II. Bayezid'e Türkçe mektuplar
göndermiştir. Onun zamanında İbrahim Gülşenî Mısır'a giderek, Türkçe
risâleler kaleme almıştır. Mısır ve Suriye'de konuşulan Türkçe son
zamanlara kadar devam etmiştir.
Ptsi Mart 19, 2012 3:09 am tarafından KaRaKuLe
» 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi Kutlu Olsun!
C.tesi Mart 17, 2012 11:33 am tarafından KaRaKuLe
» 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun! (2012)
Perş. Mart 08, 2012 3:47 pm tarafından KaRaKuLe
» En Güncel 2012 Dns Ayarları ve Sunucu IP Numaraları
Ptsi Mart 05, 2012 7:57 pm tarafından KaRaKuLe
» Dünyanın En Yaşlı İnsanı Osmanlı Doğumlu
C.tesi Şub. 25, 2012 12:50 pm tarafından KaRaKuLe
» Revolver | Full Film | 2005 |
C.tesi Şub. 25, 2012 12:44 pm tarafından KaRaKuLe
» Kemal Sunal - Koyden Indim Sehire 1974 ( Full Tek Parça )
C.tesi Şub. 25, 2012 12:43 pm tarafından KaRaKuLe
» Hababam Sinifi Uyaniyor 1976 ( Full Tek Parça )
C.tesi Şub. 25, 2012 12:42 pm tarafından KaRaKuLe
» Cem Yılmaz - Yahşi Batı HQ (Full Film)
C.tesi Şub. 25, 2012 12:41 pm tarafından KaRaKuLe